Hayat, sürprizlerle doludur ve bazen en beklenmedik anlarda karşımıza çıkacak zorluklarla dolu bir yola sapabiliriz. 35 yaşındaki Ali Yılmaz, günlük yaşamında sıradan bir insanken bir anlık dikkatsizlik sonucu geçirdiği kaza sonucunda hayatının tamamen değiştiğini söylemekte zorlanıyor. Bacağı sakatlandığı için işini kaybeden Ali, maddi ve manevi zorluklarla dolu bir yolculuğa girdi. Şimdi, ailesinden uzak, bir parkta çadırda yaşam mücadelesi veriyor.
Ali Yılmaz, İstanbul'da yaşayan genç bir adamdı. Genellikle aktif bir yaşam tarzına sahipti; doyasıya gezmeyi ve arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi seviyordu. Ancak, geçen yıl yaşanan bir kaza her şeyi alt üst etti. Bisiklet sürerken, dikkatsiz bir sürücünün aşırı hızlı geldiğini fark edemedi ve çarpması sonucu ciddi bir bacak sakatlanması yaşadı. Hastaneye kaldırıldığında, yaralarının ağır olduğu ve uzun bir tedavi sürecine girmesi gerektiği söylendi.
Ali, bu süreçte hayatta kalmanın önemi hakkında çok şey öğrendi. İşinde geri dönüşü olmayan bir kayıp yaşamıştı; yıllarca çalıştığı iş yerinde yer almanın verdiği güveni kaybetmişti. Sakatlığı, fiziksel yeteneklerini kısıtlayıp, çalışamamaya başlamasına neden oldu. Maddi problemler giderek büyüdü; bir süre sonra, maddi sıkıntılar sonucunda evini kaybetmek zorunda kaldı. Arkadaşlarının ve ailesinin yardımıyla ayakta kalmaya çalıştı, ancak bu dönem O’na kalıcı değişim getirdi.
Evi olmadan kalan Ali Yılmaz, kendisini yalnız ve çaresiz hissettiği bu dönemde, sokak yaşamının sert kurallarıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Önceleri geçici bir çözüm olarak düşündüğü parkta çadırda yaşamaya başladı. Çadır hayatı, onu cehennemin diğer tarafına doğru sürükleyen bir sosyal izolasyonun başlangıcı oldu. Parkta yaşamak, sadece fiziksel zorluklarla değil, ruhsal zorluklarla da savaşmayı zorunlu hale getirdi. Şairler ve yazarlar, şehri evlerinden kaçanlarla dolu bir yer olarak tasvir etseler de, Ali için bu,o giden hayatının gerçekte olmadığını gösteren bir anıt gibiydi.
Ali, parkta yaşarken en büyük mücadeleyi yalnızlıkla veriyor. Çevresindeki diğer insanların çoğu, kendi dertleriyle boğuşuyor ve çoğunlukla birbirlerine kaçış noktaları olarak hizmet ediyorlar. Beraber paylaştıkları yaşam alanı bir dayanıklılık oluşturmuş olsa da, çoğu insan birbirine kayıtsız kalmakta. Onun hikayesi, duygusal çığlıklar atmaya ve hayatta kalma mücadelesine dayanarak insan ilişkilerinin ne denli zayıfladığını gözler önüne seriyor. Ali, sosyal hizmet kurumları aracılığıyla yardım almaya çalıştı ama bu süreç, kendisini daha da dışlanmış hissetmesine yol açtı.
Yalnız bir çadırda yaşamak, Ali için yeni bir başlangıç olmanın ötesinde, sosyalleşme yerine daha da güçlü bir yalnızlık hissetmesine sebep oldu. Fakat Ali, pes etmeye niyetli değil. Parkta geçirdiği zaman zarfında, bir yandan zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için küçük işler yapmayı öğreniyor. Çıkan fırsatlar doğrultusunda sokaktaki insanlarla diyalog kurmayı denedi. Bu kazazedeler topluluğu, ona yalnız olmasına rağmen insanlık hallerinin ne kadar değerli olduğunu gösterdi.
Ali’nin yaşadığı zorluklar, insan ruhunun gücünü de yansıtmakta. Zorunlu olarak yaşadığı bu dönemde, dayanışmanın önemini vurgulamakta. Toplumumuzun duyarsızlığına karşı en gözle görülür yöntem ise Ali'nin hikayesini paylaşmak olabilir. Onun gibi birçok insanın sesi nasıl duyulabilir? Hayatın merhametsiz yüzüyle karşılaşan Ali, kendi hikayesi üzerinden insanları bu yönüyle düşünmeye davet ediyor. "Belki ben bu sokaklarda kayboldum ama asıl kaybolan toplum" diyerek, kendi hikayesini yeniden yazmaya çalıştığını vurguluyor.
Sonuç olarak, kazalar ve kayıplar hayatımızda aniden beliren, her şeyi değiştiren durumlardır. Ali Yılmaz gibi insanlar, bu travmalar sonucunda, hem toplumsal hem de bireysel boyutta mücadele vermektedir. Ali’nin hikayesi, sadece bir kişinin sorunlarını değil, aynı zamanda toplum olarak gözümüzden kaçan sorunları da eleştirmektedir. Umut, her zaman vardır; belki de Ali’nin sesi, toplumsal değişimi tetikleyebilecek bir kıvılcım olabilir.